20 Şubat 2024

TİP’in Gebze’de kurduğu laboratuvar, kimliklere mesafeli sınıf siyaseti ne getirir?  

Kürt sorununa mesafeli, bu konuda iddialı fikir-tavır koyamayan bir sol partinin geleceği nasıl olur bilemiyorum. TİP, yakından izlenmesi gereken bir arayış içinde…

Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Erkan Baş

Türkiye İşçi Partisi (TİP) cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi çıktığı, yalnız yürümek istediği yeni yolu adım adım inşa ediyor. 2023 seçimlerinde yer aldığı Emek ve Özgürlük İttifakı’nda, oluşumun en büyük ortağı Yeşil Sol’un (HDP) bu durumun herkes için kayıp olabileceği itirazlarına rağmen 41 ilde kendi amblemi ve adayıyla seçimlere girmişti. Yüzde 1.8 oy oranına ulaştı, 4 milletvekili çıkardı. Özellikle İstanbul’da aldığı oy ile (yüzde 4) 3 milletvekili buradan seçildi.

Aradan geçen yaklaşık bir yılda TİP, yerel seçimlerde yaptığı aday tercihlerinin bir kısmıyla da siyaset diliyle de dikkat çekiyor.

Hatay’da daha önce İyi Parti’de yer alan Gökhan Zan, İzmir Kemalpaşa’da DEVA Partisi’nin eski ilçe başkanı Süleyman Şencan, Karaburun’da eski Vatan Partisi İl Başkanı Mustafa Tosunlar’ın aday gösterilmesi tartışıldı. TİP Genel Başkan Yardımcısı Doğan Ergün, durumu ‘ezber bozma’ olarak tarif edip şunları söyledi:

 “Türkiye İşçi Partisi konuşuluyor. Ezber bozuyoruz, şaşırtıyoruz, 'Ne yapıyor bunlar?' deniyor. 'Nereden çıktı aday çıkarmak, nereden çıktı iddialı şekilde seçimlere girmek?' deniyor. Biz ezber bozmaya devam edeceğiz. Siyasette oluşmuş bu statükoyu bozmak istiyoruz. Kendi mahallemize sıkışmayacağız. İmam Hatip'teki çocukları kazanacağız, cemaatlere sıkıştırılmış genç kadın arkadaşlarımızı, merdiven altı atölyelerde hiç solun kendilerine el uzatmadığı kadın kardeşlerimizi kazanacağız...”

2024 seçimlerine giderken partinin yaptığı ‘popüler aday’ tercihlerinin dışındaki en dikkat çekici hamle genel başkanları Erkan Baş’ın Gebze’den belediye başkan adayı olması. Baş; İpek Özbey’e verdiği söyleşide adaylığı şöyle tarif etti:

"Hemen genel seçimlerden sonra aldığımız ilk karar, Türkiye’de sendikalı işçi sayısını, toplu sözleşmeli çalışan işçi sayısını artırmaya odaklanmak gerektiğiydi. Bu kapsamda aşağı yukarı 6 aydır neredeyse bütün enerjimizi, 'aşağıda' uzun vadeli ve derin bir örgütlenme çalışmasına vermiştik. Bu adaylık da bunun bir uzantısı. Yakın gelecekte ne kadar önemli bir adım olduğu daha iyi anlaşılacak.’"

Erkan Baş’ın adaylığından hem partisi TİP için hem Türkiye geneli için Gebze’de önemli bir laboratuvar kurulduğunu düşünüyorum. Bir işçi kenti olan ve ağırlıkla sağ partilere oy veren Gebze’de ‘sınıfsal bir siyaset dilinin sonuç alıp alamayacağı’ ile ilgili bir durumu izleyeceğiz. Kısaca Gebze’nin durumundan bahsedeyim. Kocaeli’ne bağlı bu yerleşim yerinde il genelinden 14 organize sanayi bölgesinin 10’u bulunuyor. Memleketin demir çelikten otomotive en tanınmış markalarının burada üretim tesisleri var. En büyük sanayi şirketlerini sıralayan İSO 500 listesinden 59 kuruluş burada bulunuyor. Emekçinin yoğun yaşadığı bir yer. 2019 yerel seçimlerinde yüzde 51.77 ile AKP en çok oyu almış. CHP 29.45 oya sahipken, yüzde 7.9 ile Saadet üçüncü parti olmuş. 2023 milletvekili seçimlerinde AKP yüzde 40, CHP yüzde 22, MHP yüzde 10, İyi Parti yüzde 7.9, Yeniden Refah yüzde 6.21 oya sahip olmuş. Emek Özgürlük ve Özgürlük İttifakı (sadece HDP aday çıkardı) yüzde 5.5 alırken, Sosyalist Güç Birliği İttifakı 0,36 idi. Yani ‘emeğin kalesi’ olarak tarif edilen bu ilçe, sağın en güçlü olduğu yerlerden biri. Dolayısıyla TİP’in ortaya koyduğu iddia, izlenmesi gereken bir durum.  

Peki Türkiye’deki seçmen oy verirken neye dikkat ediyor? Sınıfsal tercihlerde bulunuyor mu? Bekir Ağırdır’ın KONDA verilerine dayanarak T24’te yazdığı yazıya göre bunun yanıtı ‘hayır.’ Şöyle diyor:

"Seçmen gözünde siyasi oy tercihleri sınıfsal pozisyonlardan oluşmuyor. Anlaşılıyor ki aktörler sınıfsal pozisyonlardan beslenen bir siyaset yapmıyorlar, seçmen de meseleyi buradan görmüyor. En azından KONDA araştırmalarının gösterdiği Türkiye’de genellikle, yoğun olarak da son on yıldır seçmen tercihleri seçmenlerin bir partiye hissettikleri olumlu duygularından, partiye sadakatlerinden ya da sınıfsal konumlarından kaynaklanmıyor. Dikkat çekici biçimde tercihler diğer siyasal partilere hissettikleri negatif duyguların dozundan şekilleniyor. Bir diğer deyişle, pek çok seçmenin oy verme davranışını bir parti ile kurdukları pozitif ilişkilenme kadar, diğer partilere yönelik negatif tutumları belirliyor."

Tabii durumu ‘sınıfsal propaganda yapan parti sayısı-yoğunluğu var mı ki böyle bir durumu test edelim?’ diye de yanıtlayabiliriz. Nereden bakarsak bakalım Erkan Baş’ın adaylığı bize doğru yerde önemli bir sonuç gösterecek. Baş’ın ‘sendikalı işçi sayısını artırmak-bunun için tabanda çalışma yapmak’ üzerine söylediklerine gelince... İktidarların sendikalar üzerindeki baskısı ve kısmen sendikaların kendi içlerindeki sorunlarla bu noktada ciddi gerileme var. Geçtiğimiz hafta 57. yaşını kutlayan DİSK’in kutlama gecesinde konuşan Zülfü Livaneli’nin ‘DİSK’i kaymış bir ülkede yaşamak’ üzerine kurduğu cümleler aklımda. İktidarın neredeyse hiç ciddiye almadığı, o yüzden ortaya çıkan acı reçeteyi kesmekte hiç tereddüt etmediği işçi sınıfı, kendini ifade edecek bir yer arayışında. Tabii burada işçi emek sadece kol gücüyle çalışanlar değil. Daha geniş fikir işçilerini de kapsayan bir çerçeve oluşmuş durumda. Bugün Türkiye’deki sendikaların buna da yanıt vermekte zorlandığını görüyoruz.

Sınıf siyasetine dair son bir not. Aslında cumhuriyetin kuruluşunda da, 1930’larda Cumhuriyet Halk Fırkası’nın benimsediği programda da sınıfsal bir yapıya karşı çıkış var. Cumhuriyetin genlerine işlemiş bir durum yani. Can Şafak’ın ‘Siyasi Düşüncelerin Bir Muhasebesi ’kitabına yazdığı emek ile ilgili bölümde o günler şöyle anlatılıyor:

"Cumhuriyet Halk Fırkası’nın 1931 programı ile benimsediği ‘Sınıf mücadelesi yerine içtimai intizam ve tenasüt’ fikri hakimdi. Paternalist bir tutum içinde olan devletin otoriter yönelimleri; toplumu sınıfsız organik bir bütün olarak gören halkçı politikalara dayalıydı: İmtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz."

İlerleyen yıllarda (1967) DİSK’in kuruluşu, kurucuların 1961 yılında TİP’in kurulmasında öncü rol oynayan bu sendikacılardan oluşması, hem sendikanın hem bu partinin Türkiye siyasetinde, ekonomisinde etkisi, darbe dönemlerinde kapatılmaları, davalar, yeniden açılmaları, dünyadaki değişime de paralel etki kaybı…Tüm bunlar geriye çevrilebilir mi sorusunu da gündemde tutuyor. Nereden baksanız TİP’in bu arayışı, Erkan Baş’ın Gebze adaylığı ‘popüler aday gösterme’ konusundan daha ilginç bir yere işaret ediyor.

Bitirirken…

TİP yöneticilerinden kadrolarına hatta oy verenlere genç bir parti. 2017’de kurulan TİP’ten bahsederken ilk TİP’i de anmamak olmaz ve Dördüncü Kongresi’nde (29-31 Ekim 1970) aldığı 6 Nolu karardan bahsetmemek... O kararda aslında bu topraklardaki bir siyasi parti Kürt sorununun adını net şekilde ortaya koyuyordu. Kararın bölümlerinden biri şu idi:

"Kürt halkının anayasal vatandaşlık haklarını kullanmak ve diğer tüm demokratik özlem ve isteklerini gerçekleştirmek yolundaki mücadelesinin, bütün anti-demokratik, faşist, baskıcı, şoven milliyetçi akımların amansız düşmanı olan partimiz tarafından desteklenmesinin olağan ve zorunlu bir devrimci görev olduğunu..."

İlerleyen süreçte partinin kapatma davasının konularından biri haline gelen bu maddenin (davada yöneticilerin bu konudaki tutumu ayrı bir yazı-inceleme konusu) açtığı yol önemliydi. Kongreye katılan tüm delegelerin oyuyla kabul edilen (tek karşı oyu verem Minnetullah Haydaroğlu , ‘Sosyalistin Türkü Kürdü olmaz demişti) bu madde, sosyalistlerle Kürtlerin dayanışmasının bir göstergesiydi.

Bugün TİP; geniş-yeni kitlelere açılma noktasından sınıf siyasetinde yeni arayışlara dikkat çeken bir performans gösteriyor. Ancak partiyi popüler kılarken-kılmaya çalışırken Kürt kesiminden, buradaki demokratik arayıştan ayrı bir noktaya doğru gidiyor. Geçen seçimlerde ‘Beyaz Türklerin ilgisini-beğenisini-oyunu kazanmış’ TİP’in bu seçimlerde ve sonrasında emek kesimini de kapsama çalışması önemli. Ancak Kürt sorununa mesafeli, bu konuda iddialı fikir-tavır koyamayan bir sol partinin geleceği nasıl olur bilemiyorum. TİP, yakından izlenmesi gereken bir arayış içinde…

Murat Sabuncu kimdir? 

Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı.

Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı.

En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu. 

Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı. 

T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor.

Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan bir oğlu, Nuri isimli bir kedisi var.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Devlet Bahçeli 2024’ün en kritik ‘oyun değiştirici, kurucu’ ismi oldu

2024’ün ilk üç ayını başarılı geçirip birinci parti olan ana muhalefet; son üç ayda iktidara, Bahçeli’ye, Erdoğan’a kaptırdığı söz, gündem belirleme gücünü yeniden ele alabilecek mi?

Kalabalık bir yalnızlığın içinde, toplumsallığın çöküşü

Türkiye’nin durumunu dünyanın genelindeki ‘beyin çürümesini de kapsayan’ kalabalık içindeki yalnızlık olarak düşünebiliriz. Bu durumdan çıkışın yolu ortak değerler, acılar, mutlukları elbette demokrasi ve hukukun içinde yeniden anlamlandırmadan geçiyor

Dışarıdaki ‘özgüven’ içeriye ‘baskı’ olarak yansıyor, 2025 özgürlükler konusunda çok zor yıl olacak

Suriye’de oluşan yeni rejimin riskleri, oluşabilecek sıkıntıların faturasının Türkiye’ye yazılması ihtimâli olsa da şu an itibarıyla Erdoğan, Fidan ve Kalın dünyadaki pek çok ülkenin de Suriye’deki gelişmeler konusunda referans aldığı-ciddiye aldığı en önemli üç isim

"
"